Mezunlarla İlişkiler

Bahri Yılmaz

Zoom
20 Eyl 2011
Bahri Yılmaz
Çin Nereye Koşuyor?

Konfüçyüs felsefesinin üç temel öğesi vardır; dürüst bir devlet yönetimi, eğitim, aile. Devlet yönetiminde memurların (Mandarin) rolü çok önemlidir. Bunlar devler hiyerarşisi içinde yükselebilmek için değişik sınavlardan geçmek zorundadırlar. Japonya, Güney Kore, Çin ve Singapur’da devlet memurları giyimleri, mesleki donanımları ve davranışları ile toplum içersinde hemen kendilerini gösterirler. Bu ülkelerde insanların partilerde, şirketlerde ve devlet içersinde üst sıralara tırmanabilmesi için, mutlaka yüksek öğretimini başarı ile tamamlamış, yurt içinde ve dışında iyi bir eğitim kurumundan mezun olmuş olması gerekir. Güney Kore başta olmak üzere, bu bölge ülkelerine yapmış olduğum ziyaretlerde, devlet görevlilerinin eğitim düzeyleri çok dikkatimi çekmişti. Konfüçyüs’e göre devletin iyi yönetilmesi ve yönetenlerin alttakilere karşı saygılı ve kurallara uygun davranması beklenmektedir. Aynı şekilde tebaadan da beklenen devletine sadakatle bağlı olmak ve koyduğu kurallara uymaktır. Sadakat sadece devlete karşı değil, aynı şekilde işçi-işveren arasında da önemli bir kuraldır.
 
Bugün Japonya’dan başlayan, Güney Kore, Singapur ve Çin ile devam eden kalkınma süreçleri devletin öncülüğünde ve donanımlı kadrolar ile başlamıştır. Devletin toplum içersinde saygınlığı ve yönlendirici bir işlevi vardır. Devlet yönetimlerinin başında da genellikle otoriter bir lider olmuştur. Meiji Devrimi 1867–68 ile başlayan Japonya’nın otoriter rejimi, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar sürmüştür. Japonya’da askeri okulda eğitilmiş General Park Chung-hee (1917–1979), Güney Kore’de uzun süre işbaşında kalmış, Deng Xiopings ve arkasından gelen liderler ise aynı şekilde Çin’de Komünist Partisi’ni yönetmiş ve Singapur’un unutulmaz otoriter lideri Cambridge eğitimli Lee Kuan Yew ise aynı şekilde ülkesini yönetmiştir.

Eğitim konusu, tüm bu ülkelerin en önemli gündem maddesidir. Uzak Doğu’da ekonomik kalkınma eğitim ile iç içedir. Bugün Çin de aynı yolu izlemektedir. Çin’de açılan üniversitelerin sayısı hızla artmaktadır. Amerika’nın ve Avrupa’nın önde gelen üniversitelerinde eğitim gören Çinli öğrencilerin sayısında gözle görülen hızlı bir artış gözlenmektedir. Çin’in önümüzdeki 30 yıl içersinde, bilimsel araştırma ve eğitim alanlarında da ön sıralarda yer alacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Aileyle ilgili olarak, Konfüçyüs’ün görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir: insan kalbi doğal olarak iyidir ve bir aile içersindeki doğal yakınlık toplumsal moralin temel taşıdır. Onun için aile içi dayanışma ve kuşakların birbirlerine karşı saygılı ve hiyerarşik bir ilişki içersinde olmaları, insan sevgisinin de doğal bir sonucudur. Bunun sonucunda da sağlıklı ve dayanışma içersinde ve yaşadığı çevre ile uyumlu bir toplum ortaya çıkmaktadır.

Kısacası, Japonya, Güney Kore ve bugün de Çin, otoriter bir devletin yönetiminde, iki önemli reform ile iktisadi kalkınma sürecini başlatmışlardır; tarım reformu, eğitim reformu ve seferberliği. Bunun yanı sıra, kalkınma modeli olarak iki yönlü bir strateji izlemektedirler. Önce kendi sanayilerini kurmuşlar ve bunları dış rekabetten sınırlı bir süre korumuşlar ve daha sonra da ihracata yönelik sanayileşme politikaları ile bunları dış rekabete açmışlardır. Demokrasiye geçişleri, ekonomik kalkınma süreçlerinin büyük bir bölümünü tamamladıktan sonra başlatılmıştır. Çin de bu kalkınma sürecini tamamladıktan sonra demokratikleşme sürecine geçecektir. Ünlü yazar Max Frisch’in de belirttiği gibi “Biz (Batılılar) Çinliler için ideal bir resim değiliz, bizim kararlarımız onların gayretleri için bir ölçü olamaz” (1975).

Doğal olarak bu hızlı kalkınma, Çin toplumunda bazı önemli ve ekonomik sorunları da beraberinde getirmektedir: Tek çocuk politikasına rağmen Çin’in nüfusu 21. yüzyılın ortalarında 1.5 milyara ulaşacaktır. Nüfusun önemli bir bölümünün kırsal alanlarda yaşamasına rağmen, büyüme hızı kentleşmeyi hızlandıracak ve kitlesel yoğunluk gittikçe büyüyen şehirlerin yönetimini zorlaştıracaktır.

Çin’de ortaya çıkabilecek ikinci önemli sorun, zaman içersinde gelir dağılımı ve yaşam standardının kıyı bölgeleri ile iç bölgeler arasında farklılaşacağıdır. Şu anda Çin’de 700 milyon insan tarım sektöründe çalışmaktadır. Geçmişte değişik ülkelerdeki kalkınma deneyimleri bize, tarım sektörünün gelişim sürecinde toplam ulusal gelir içersindeki payının azaldığını ve kırsal nüfusun büyük kentlere göç ettiğini göstermiştir. Çin yönetimi, bu tehlikenin bilincinde olduğu için son yıllarda az gelişmiş yörelerde altyapı, tren ve karayolları yapımı hızlandırılmıştır. Eğer Çin yönetimi, ekonomik refah düzeyini doğudan batıya doğru geniş kitlelere yayabilirse, sonradan ortaya çıkması muhtemel sosyal patlamaları ve ayaklanmaları da önleyebilir.
 
Üçüncü önemli bir sorun da, çevre kirliliği ve enerji ithalatına bağımlılığıdır. Sanayileşme ile birlikte otomobil tüketiminin artması çevre kirliliğini beraberinde getirirken, artan petrol ve doğal gaz talebi de hızla büyümektedir. Bu nedenle de Çin, artan enerji talebini karşılayabilmek için Kazakistan, Türkmenistan ve Somali ile ekonomik ilişkilerini yoğunlaştırmıştır.

Dördüncü önemli nokta da, dünya ekonomisi ile bütünleşmesini sağlayacak ve kalkınma sürecinin beraberinde getirdiği yeni düzeni kapsayacak geniş çaplı bir hukuk reformudur. Mevcut hukuk sisteminin, bir süper güç olma yolunda olan Çin’in başta ekonomik alanda uluslararası hukuk normları olmak üzere, evrensel hukuku uygulaması kaçınılmazdır. Bir başka konu da sosyal güvenlik sistemidir. Çin’de bizim anladığımız anlamda bir sosyal güvenlik mekanizması yoktur. Bundan ötürü de, insanlar geleceklerini biriktirdikleri tasarrufları altına dönüştürerek güvenceye almaya veya aile içi dayanışma yolu ile gidermeye çalışmaktadırlar.

Bu yaziyi paylas