Fava yerken hem hububatları güzel bez torbalarda satan Nurperi’nin yüzü var gözümün önünde hem de dayanamayıp taze soğanlarından demet demet aldığım Fatma Hanım’ın. Hatta favaya Haci Bey’in müthiş cevizlerinden de kırıp katmışsam ailecek pazarda çalışan Karaoğlu ailesinin her daim gülen yüzleri de soframızda bize eşlik ediyor. “İnsan ürettiğinden zevk alırsa sattığından da zevk alır” diyor Haci Bey.
Feriköy’deki herkes üretici değil. Ben kendi adıma doğrudan üreticilerden alışveriş yapmaya çalışıyorum. Buna en önemli istisna, Arabistan diyarlarından organik hurma ithal eden Leyla ve Ayhan Biçici kardeşler. Ne yapalım o da burada üretilemiyor... Ama Leyla ve Ayhan öyle bir “zevkle” satış yapıyorlar ki, etkilenmemek elde değil. Eskiden hiç hurma sevmezdim. Şimdi günün çeşitli saatlerinde tatlı niyetine hurma yerken buluyorum kendimi! Tabii Hasan Karaman’dan insan hakları, “azınlık” hakları, emek hakkı ve örgütlenme sohbetleri eşliğinde aldığım güzelim Malatya kayısılarının da tatlı repertuvarımızdaki yerini unutmamak lazım...
Artık bayram, yılbaşı, doğumgünü, doğum hediyelerimiz de Feriköy’den. Geçen bayram ailedeki herkese Ferdun Bey’in Priamos zeytinyağlarından götürmüştük; son bayramı hurmayla kutladık; yılbaşında da zeytinyağına dönüş yaptık. Doğum sonrası organik pamuktan bebek tulumları ile çocukların doğumgünlerinde Kayserili bir oyuncak ustasının yaptığı tahta oyuncaklar da favori hediyelerimiz arasına girdi. Kısacası Feriköy’de yok yok...
2008’i geride bırakırken karanlık bir dünya var karşımızda. Küresel iklim değişikliği, küresel adaletsizlik, şiddet, savaş... Bu karanlık tablo karşısında kendimizi güçsüz hissetmek en büyük tuzak. Bu güçsüzlük hissi sorumluluklarımızla yüzleşmeyi geciktirmekle kalmıyor, hepimizi birer “suç ortağı” yapıyor. Oysa, vicdanımızın sesini dinleyerek atabileceğimiz çok sayıda adım var. Feriköy hem çok küçük, hem kocaman bir dünya. Bize “daha adil, daha temiz, daha yaşanası bir dünya mümkün” dedirtiyor; geleceğe dair umut ve ilham veriyor. Sağlıklı, lezzetli ve hesaplı bir sofra da cabası... Koca bir metropolde haftada bir gün açılan tek bir organik pazar tüm sorunlarımızın çözümüne işaret etmiyor elbette. Ama bizi hayata değen sorular sormaya davet eden bu giriş kapısı, bizler merak etmeye, sormaya, dinlemeye ve gündelik alışkanlıklarımızı sorgulamaya devam ettikçe engin bir dünyaya açılıyor...