Mezunlarla İlişkiler

Tosun Terzioğlu

Söyleşi
18 Kas 2008
Tosun Terzioğlu
Çocukluk anıları, cezaları, oyunları; kısacası 1940-1950li yıllarda çocuk olmak...

Küçükken akademisyen olmak ister miydiniz?

Annem de babam da üniversitede öğretim üyesiydi. Dolayısıyla üniversiteyle tanışmam 3-4 yaşında oldu diyebilirim. Geri dönüp bakınca “o zamandan belliymiş” diyebiliriz, evet. Ortaokul ve lise yıllarım Robert Kolej’de geçti. Oradaki hocaların bana koyduğu takma isim de ‘profesör’dü. 10-11 yaşlarındaydım İngilizce hocam bana bu ismi taktığında. Akademik kariyer kaderimde varmış. Bana yalnızca hangi alanda olacağını seçmek kaldı. Lisedeyken ne annem, ne de babam ‘akademik kariyer yapacak mısın?’ diye sormadı. Ama ne yapacaksın ki?

Annem fizyologdu, benim biyolog olmamı isterdi herhalde. Ama biyolojiye bir merakım yoktu. Tarihe merakım vardı, matematiğe vardı, bir ölçüde fiziğe ve arkeolojiye. Bir de denize… Gemi mühendisi olmayı hayal ediyordum. Ortaokul ve lise yıllarında bütün yazı sandalda geçirirdim. Kendi sandalım, ya da bir arkadaşın sandalı olurdu bu. Saha sonra motorlarımız vardı. Değişik arkadaşların 3 motoru. Devamlı onları tamir etmeye çalışır, bir tanesini çalıştırmayı başardığımız anda balığa çıkardık, olmazsa da kürekle çıkardık. İşte, bunlar arasında kaldım, sonunda matematiğe karar verdim. Son anda karar verdim hatta. Ve yurtdışında okuduğum o üniversiteyi de öyle bir seçtim ki, matematiğe gidiyorum ama istersem gemi mühendisliğine hemen transfer olabilirdim sene kaybetmeden. Ama birinci senenin sonunda sevdim bu işi. Üniversiteyi de sevdim, matematiği de.

Okumayı ne zaman öğrendiniz?

İlkokulda öğrendim. İlkokula da 2-3 hafta geç başladım. Annem-babam yurtdışındaydı. Yeni bir okuldu, sınıf çok kalabalıktı. 70 küsur kişiydik sınıfta. Ben en son geldiğim için beni bir 3 kişilik sıraya 4. kişi olarak yerleştirmişlerdi. Ben de en köşesindeyim, onlar şöyle bir kıpırdansa; düşerim diye çok korkardım.

Futbol, bisiklet… Sporu severdiniz yani?

Evet, Robert Kolej’de de futbol oynadım. Bir ara atletizmle biraz uğraştım. Basketbol oynadım. Bir çok spor yaptım. Bir tanıdık beni 5 yaşından itibaren futbol maçlarına götürmeye başladı. Fenerbahçeli oldum. Çok küçüktüm, seyredip anlamaya çalışıyordum. Bir şeyler oldu, gol atıldı, Lefter attı. Herkes sevindi. Ben de sevindim ama Şevket Bey’i kaybettim ben. Beni o gol heyecanıyla tuttuğu gibi atmış bir tarafa. Bir baktım, bambaşka insanların arasındayım. Sonra geri verdiler beni.

Takma isminizin ‘profesör’ olduğunu söylediniz. Başka takma isminiz de var mıydı?
Biri de ‘eşkıya’ydı. Arkadaşlarım takmıştı. Dağda bayırda gezmesini severdim çünkü. Yani hırsızlık yaptığım için değil. Eskiden Boğaz’da çok boş arazi vardı. “Eskiden her taraf koruymuş” , onlar nostaljik yalanlar çoğu. Boğaziçi’nin üst kısımları tamamen boştu. Etiler diye bir şey yoktu. Ben de o dağ-bayırda gezmesini çok severdim. Ha bir de elimde sopa taşırdım. Çünkü yılan çıkardı ve ben yılandan çok korkardım. Hâlâ da korkarım. Bu yüzden adım ‘eşkıya’ kalmıştı.

Kavga eder miydiniz?

Mecbur kalmadıkça hayır… Ama kafam gözüm yarıldığı olmuştur. En kötüsü, bir kere bostan dediğimiz yerde, 14-15 yaşındayken futbol oynuyoruz arkadaşlarımızla... 3-4 arkadaşım fena halde kavgaya başladı. Aralarına girdim ‘durun yapmayın’ diye. Uf ne biçim dayak yedim. Herkes bana vurmaya başladı. Yok ama… Öyle çok kavgacı değildim. Ama kavga etmedim de diyemem.

Ben kendi çocukluğumdan memnunum.

Şimdiki çocuklara baktığınızda etraflarında internet, bilgisayar, televizyon... Öyle bir çocukluğunuz olsun ister miydiniz?

Ben kendi çocukluğumdan memnunum. Oyuncağımız dâhil her şeyimizi kendimiz yapmak zorundaydık. Sen su kabağından gemi yapmayı biliyor musun? Ben biliyorum. Soma’da bir havuzumuz vardı, orada bir şeyler yüzdürmek istiyordum, ama yok öyle hazır bir şey. Su kabakları vardır, onların biçimli olanlarını gider dedemin tarlasından keserdim. Esasında kesmemem lazım, çünkü onlar tohumluktur. Dolayısıyla tohumluk pek kabak kalmazdı tarlada. Büyük olanlarını keserdim, oyardım. Ondan sonra yelken direği, uydurma bir yelken. Oradan, buradan… İyi güzel de, birkaç gün sonra kabak su çekmeye başlardı ve dağılırdı. Bu sefer de havuzu temizlemek gerekirdi.

* Bu röportaj Okyanus Dergisi Şubat 2008 Sayı: 12'den alınmıştır.

Sayfalar

Bu yaziyi paylas