Rejisör olarak bugüne dek pek çok eser sahneye koydunuz. Bunların hepsi sizin çocuğunuz gibidir mutlaka... Bu eserlerden hangisi sizi çok etkiledi ve farklı buldunuz?
1980 yılından bu yana rejisör olarak çalışmaktayım. Yurtiçinde, yurt dışında pek çok eser sahneye koydum. Tabii ki, her oyunun taşıdığı önem ve bende bıraktığı izler ayrıdır. Ancak "Carmen" bu yapıtlar içinde belki de en önemlisi. Çünkü söz konusu opera birçok açıdan diğerlerine oranla daha farklı özellikler içerir. Fransız besteci George Bizet tarafından 1875 yılında yazılan "Carmen"in, dünyada en sık sahnelenen opera eseri olduğunu biliyoruz. İspanya'nın Seville kentinde geçen öykü, güzel çingene kızı Carmen ve ona aşık olan teğmen Don Jose ile boğa güreşçisi Escamillo arasındaki ihtiraslı aşk üçgenini anlatır.
Operalarda kadınlar genellikle acı çeken, ezilen, ağlayan, eziyet gören karakterlerdir. Oysa Carmen karakteri bu alışılmış tablonun aksine; güçlü, cesur, atak, mert, yaşama ve ölüme meydan okuyan özellikleri nedeniyle opera repertuarında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Öyle bir karakter düşünün ki, aşkı tükendiğinde gerçeklerle yüzleşip olan biteni tüm açıklığıyla ortaya koyan, karşısındaki erkeğe bu durumu açıkça yansıtabilen yüreklilikte bir kadın. Carmen'i opera literatüründeki ilk "feminist" olarak tanımlayabiliriz. Yapıt aynı zamanda müziği ile de bestecilere yeni açılımlar sağlamıştır.
Benim her zaman önemsediğim temel mesele operanın geniş halk kitlelerine ulaşabilmesi. Kanımca "Carmen" operası da bu amaca yönelik doğru bir seçim. Nitekim 2007 yılında Fransa'da sahneye koyduğum "Carmen"in prömiyeri Paris'in en büyük gösteri mekanı olan Bercy'de 10 bin izleyici önünde yapıldı.
Kalabalık kitlelerin operayı seyrediyor olması beni her zaman çok heyecanlandırmıştır, "Carmen"de de böyle oldu. Oyun daha sonra Budapeşte'ye, Cenevre'ye, Viyana'ya, Prag'a, Lizbon'a, Fransa'nın bütün büyük kentlerine, Almanya'da çeşitli şehirlere ve Meksika, Brezilya, Şili, Arjantin gibi Güney Amerika ülkelerine turneye çıkarak birçok ülkede gösterilerine devam etti, 100.000 leri aşan bir seyirci kitlesine ulaştı. Ayrıca bu yapıtta on yedi farklı ulustan sanatçılarla ve teknik kadroyla çalıştım. 200 sanatçı ve çok büyük bir teknik kadronun desteğiyle eseri "Anıtsal Opera" anlayışıyla sahneye koydum. "Carmen"in rejisini yaparken çağdaş teknolojinin tüm olanaklarından yararlanma şansına eriştim...
"Carmen" in feminist kişiliği ve sizin bu yapıtı 100.000 lere izletmiş olmanız çok etkileyici... Bu yıl niye "Saraydan Kız Kaçırma" operasını sahneye koydunuz bu eserin özelliği sizin için nedir?
"Saraydan Kız Kaçırma" operasını bu güne kadar Türkiye'de ve Almanya'da toplam dört kez sahneye koydum. Eserde Türklerle ilgili bir konunun sahneye taşınması, olayların şehrimizde geçmesi, Türk karakterlere yer verilmiş olması ve Selim Paşa ile Osman'ın oyunun ana karakterleri özelliğini taşıması nedeniyle "Saraydan Kız Kaçırma" bütün dünyada Türk operası olarak tanımlanır ve yapıta opera yazımında apayrı, önemli bir yer kazandırmıştır.
Hatırlarsınız 2006 yılında Mozart'ın 250'inci yıldönümünde Topkapı Sarayı'nda İstanbul Müzik Festivali kapsamında "Saraydan Kız Kaçırma"yı sahneye koymuştum. O dönem orkestra şefi ve solistlerin tümü yurtdışından gelmişti. Topkapı Sarayı'nda oynamamız nedeniyle daha klasik bir anlayış çerçevesinde sahnelemiştim yapıtı. Oysa 2004 yılında Almanya'da yaptığım tamamen modern bir rejiydi. Bu yıl da yeniden, bu kez Yıldız Sarayı'nda, o mekanın özelliklerini gözeterek ve değişik bir bakış açısından sahneye koydum operayı.
Yapıtları farklı yorumlamadaki başlıca neden nedir?
21.yüzyıldayız. İçinde yaşadığımız toplum ve dünya çok hızlı bir değişim geçiriyor, bu değişim birey olarak bizlere de oldukça güçlü biçimde yansıyor. Bundan 100 - 200 yıl önce yazılmış, bestelenmiş bir operayı klasik anlayışla sahnelemenin son derece yanlış, gereksiz, operayı "Müzelik Sanat"a dönüştüren bir yaklaşım olduğuna inanıyorum. Bu elbet seyirciye olduğu kadar bana da hiçbir şey katmaz, heyecan vermez. Bu nedenle yapıtları çağımıza uyarlayarak, ya da günümüze göndermeler yaparak yani içeriği güncelleyerek farkındalık yaratma peşindeyim. 30 yıllık deneyimim sonucu "farklı"lıkların sahne sanatları için daima gerekli olduğunu söyleyebilirim.
Bu yıl "Saraydan Kız Kaçırma" yapıtını Yıldız Sarayında sahneye koydunuz. Neden Yıldız Sarayı ve ne amaçla oyun sahnelendi?
Bu yıl, Yıldız Sarayı için özel olarak düşünülmüş ve sahneye konmuş bu prodüksiyonu 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nün gelecek yazdan itibaren başlatacağı "İstanbul Uluslararası Opera Festivali"nin ön çalışması kapsamında değerlendirmek gerekir. Dolayısı ile oyun 2010 yılının Temmuz ayında Festival programında tekrarlanacaktır. Bu çalışma o eski, klasik, oyuncu ve seyircinin birbirinden uzak durduğu, arada koca bir orkestranın yer aldığı yerleşme düzenini alt üst eden, gerçekten farklı bir reji çalışması oldu. Orta oyunu esprisinde çepeçevre seyircinin kuşattığı bir anlayışla sahnelendi. Bu yeni deneyim ile hem oyuncular hem de seyirci oyunun sonuna kadar yepyeni bir alış - veriş içine girdiler, aralarında çok sıcak, iç içe bir ilişki kuruldu.
2010 Uluslararası Opera Yaz Festivalinin Amacı nedir?
Festivalin amacı daha geniş ve farklı bir seyirci kitlesine ulaşmak, söz konusu seyirciyi tarihsel mekanlarda, açık havada opera sanatıyla buluşturmak. Bu ilkeden yola çıkarak Temmuz 2010'da birçok tarihi mekanda eşzamanlı çeşitli eserler sahnelenecek. Tarihi mekanlar derken gerçekten İstanbul'u tanımlayan Topkapı Sarayı, Yıldız Sarayı, Rumeli Hisarı, Beylerbeyi Sarayı, Dolmabahçe Sarayı v.b. mekanları kastediyorum.
Bu Festival çerçevesinde her yıl yurt dışından günümüzün önde gelen toplulukları İstanbul'a gelerek başarılı yapıtlarını sahneleyecekler. Örneğin; Berlin Operası, La Scala Operası, Viyana Operası, Bremen Operası gibi. Ayrıca ülkemizde var olan opera kurumları da, yani; Ankara, İstanbul, İzmir, vb.de yabancı konuk sanatçıların, gerçek dünya starlarının katılımıyla eserlerini seyirciyle buluşturacak.
Diğer önemli bir özellik ise; biletler Biletix'den satışa sunulacak, yurt içi ve yurt dışından bilet alımı yapılabilecek. Amaç, bizim turneye çıkarak seyirciye gitmemiz değil, tam tersine seyircinin her nerede yaşıyor ise, bulunduğu yerden İstanbul'un tarihi mekanlarında sergilenen bu nitelikli yapıtları seyretmeye gelmeleri. Tabii ki bu da Turizm ve Kültür açısından İstanbul için çok büyük önem taşıyor.
Yıldız Sarayında üç gün oynanan "Saraydan Kız Kaçırma" yapıtı ve yenilikleri anlatabilir misiniz?
Elbet, memnuniyetle. Çıkış noktam insanlar arasında giderek artan kopuklukları hatta kimi zaman çatışmaya dönüşen anlaşmazlıkları gündeme getirme çabası oldu. Doğu ve Batı kültüründen gelen, çok farklı geçmişe sahip oyun karakterlerinin aralarında bir türlü iletişim kuramamalarını bariz biçimde göstermek istedim. Onun için de farklı dile ve farklı dine sahip bu insanları kendi ana dillerinde konuşturdum. Böylece oyunda diyaloglar Almanca, Türkçe ve İngilizce olmak üzere üç ayrı dilde gerçekleşti.
Bu sahnelenişte dil ve kostümler oyuncuların oyunculuk biçemlerini de etkiledi. Kostümlerde eski ile yeniyi harmanladım. Farklı dillerin iç içe kullanımının yanı sıra, kimi karakterlerin çağdaş kostümlerle oynamaları onların oyunculuklarını, beden kullanımlarını da olumlu biçimde yönlendirdi. Ayrıca Doğu - Batı kültürleri arasındaki farklılıkların böyle görselleştirilmesi, oyuncular tarafından doğru algılanmış olması yorumun seyirciye doğru aktarımını sağladı.
Unutmayalım, birbirimizi anlamak, farklı olana saygıyla yaklaşmak, bizim gibi olmayanlarla da sağlıklı diyalog kurabilmek için çaba harcamak günümüz dünyasında ortak bir zorunluluk. Kendi yaşam alışkanlıklarımızı karşımızdakilere dayatamayız, kendi dünya görüşümüzü, bakış açımızı "tek doğru" olarak göremeyiz.
Sabancı Üniversitesi Ailesine söylemek istediğiniz özel bir mesajınız var mı?
SGM'de Akademik Yıl boyunca ilginç ve nitelikli programlar sunuyoruz. Yaşantımızı sanatla zenginleştirmemiz için yaz aylarını, festivalleri beklememiz gerekmiyor. Herkesin "Sanata Zaman Ayırması"nı öneriyor, keyifli seyirler diliyorum.
Teşekkürler... Bizde size bu keyifli söyleşi için teşekkür ediyoruz.
Röportajı yapan: Mine Göknar