Kelly Todd Brewer Temel Geliştirme Programı kapsamında ders veren öğretim üyelerimizden. “Edebiyatta büyük eserler” derslerini veren Kelly öğrencileri tarafından çok sevilen hocalardan. Kelly ile üniversiteye başladığı günlerde servis arkadaşıydık. Servis arkadaşlığı önemli. İnsan sabah akşam aynı aracın içinde gidip gelirken bol bol sohbet etme imkanı buluyor ve arkadaşlarıyla epey anısı birikiyor. Ben de Kelly’nin dünyanın bir ucundan geldiği ülkemizdeki ilk aylarında ne kadar büyük bir hızla Türkçe öğrenebildiğine şahit olmuş ve yeteneğine hayran kalmıştım. Beni en çok şaşırtan şey, geleli henüz 5-6 ay olmasına rağmen bir arkadaşımızın sözlerine verdiği ve tam anlamıyla taşı gediğine oturtan “sen onu benim külahıma anlat” sözünü hiç aksansız tıpkı bizim gibi söylemesi olmuştu. Kelly ile çocukluğunu, ailesini, Türkiye’ye gelişini, buradaki insanlarla dostluğunu, öğrencileri ile muhabbetini,müziğini…kısacası hayatı, Türkçe konuştuk. Birinci bölümü bugün, devamını ise haftaya okuyabilirsiniz.
2003 yılında yani tam 10 yıl önce Türkiye’ye geldin değil mi, ilk gelişindi?
Evet.
Türkiye’ye ilk kez Sabancı Üniversitesi’nde hocalık yapmak için geldin,
Evet.
Öğrencilerin seni çok seviyor. Onları soru sormak ile ilgili cesaretlendirdiğini, seninle çok rahat diyalog kurabildiklerini söylüyorlar. İzlediğim kadarıyla dilimizi çok hızlı öğrendin. Birkaç ay içinde Türkçe birçok deyimi tam yerinde kullandığını hatırlıyorum. Ayrıca hiç aksansız adeta bir Türk gibi konuşuyorsun Türkçeyi. Öyle bir yeteneğin var bu özelliğini vurgulamak isterim. İnsanlarla ilişkilerin iyi, sosyal yanı güçlü bir insansın diye düşünüyorum, bu konuda neler söylemek istersin?
Aslında Türkçe konuşma konusunda kendime güvenmiyorum. Ama bir şeyleri mecburen öğrendim çünkü konuşmayı seviyorum, insanları seviyorum, yeni insanlar tanımak istiyorum. Ve onlarla kendi dillerinde anlaşmak istiyorum. O yüzden buraya geldikten sonra yavaş yavaş Türkçeyi öğrenmeye başladım. Hiç ders almadım, yalnızca insanlarla beraber olup, onlarla konuşarak, pratik yaparak Türkçemi ilerlettim.
Aslında bu enteresan bir durum çünkü öyle kişiler tanıyorum ki uzun zamandır Türkiye’de olmalarına rağmen neredeyse tek kelime Türkçe bilmiyorlar ya da çok az biliyorlar.
Ben Türkçeyi nerede öğrendim biliyor musun? Bakkalda alışveriş yaparken, takside, lokantada, pazarda sebze meyva alırken, mahallede esnafla konuşarak. Ayrıca oturduğum semtte yani Reşitpaşa’da epey arkadaş edindim. Komşularımda çok, onlarla da her zaman sohbet ediyorum.
Amerika’daki yaşantından söz edebilir miyiz? Öncelikle Amerika’nın neresindensin?
Güney Karolinalıyım, küçük bir şehirden geldim aslında tam olarak şehir sayılmaz kasaba diyebiliriz. Dışarıda, bahçede, sokakta büyüdüm. Ama köyde büyüdüm denmez yani çünkü Amerika’da köy yok zannediyorum. Çok büyük bir toprağımız vardı.
Ailen çiftçi mi?
Hayır değil, sadece evimiz geniş bir arazideydi. Bize ait olan o arazide evimizden başka bina yoktu.
Amerika’ya hiç gitmedim ama filmlerden biliyorum bazı bölgelerinde özellikle güneyde çok geniş arazilerde tek tek evler oluyor, insanlar evler arasında arabalarla gidip geliyorlar, yürüme mesafesi değil. İki ev arasındaki mesafe epey uzak, birkaç kilometre falan oluyor sanırım. Değil mi?
Evet aynen öyle. O yüzden gençliğimde, hayatımızda motosikletler falan vardı böyle yaşıyorduk. Biraz kırsal bir hayat sürüyormuşuz gibi oldu ama öyle bir insan değildik tam olarak. Çok geziyorduk ama sonuç olarak herkesin birbirini tanıdığı küçük bir dünyada yaşıyorduk.
Kaç kardeşsiniz?
Dört kardeşiz. İki ağabeyim bir ablam var. En küçükleri benim.
Annen, baban ne yapıyorlardı?
Babam ben doğduktan birkaç ay sonra 1966 yılında Vietnam’da öldü. Beni en son bir aylıkken görmüş ve sonra savaşa gitmiş. Babam savaş başladığında Vietnam’a ilk giden askerlerdendi. Oraya gittiğinde 15 yıldır orduda astsubaydı. Üniversitede okurken okulu bırakıp astsubay olmuş. Orduda çalışarak ailesini geçindiriyordu.
O zaman annen çocuklarını babasız büyüttü.
Evet, ama çok da tek başına değildi, babamın geniş bir ailesi vardı, onların içinde büyüdük. Babaannem, dedem vardı. Aile üyeleri birbirine düşkün ve yakındı. Bu yüzden babamız olmamasına rağmen o kadar acı ve sıkıntı hissetmedik. Yani çocukluğum fena değildi, mutluydum.
Nasıl geçiniyordunuz?
Babamın ailesinde çok öğretmen vardı. O bölgede siyahlar ile beyazların arasında sözü edilmeyen görünmez bir sınır vardı. Siyah bir Amerikalı her istediği mesleği seçemiyordu. Siyah öğretmen, siyah avukat kendisi gibi siyah olan insanlara hizmet edebiliyordu.
Bu kelimeyi düzgün kullanabiliyor muyum? Ben tam olarak bilmiyorum, siyah mı demem gerekiyor?
Benim için fark etmez, zenci demek istiyorsan o da olur, siyah da olur. Emin değilsen şöyle diyebilirim: Ben Türkçede zenci kelimesini daha çok seviyorum. Çünkü siyahi olunca böyle bir political correctness (siyaseten doğruculuk) oluyor, onu sevmiyorum. Bence samimi değil.
Amerika’da sizin yaşadığınız bölgede siyahlara ayrımcılık yapılıyordu sanırım.
Onu da hissetmiyorduk, çünkü alışkanlık vardı.
Doğru, o ortama doğup, o şartlarda yaşayınca başkasını bilmiyorsun.
Evet, Hem de siyahlar ve beyazlar orada beraber yaşıyordu, yani Türkiye’deki gibi. İstanbul’da da toplumda zengin-fakir arasında keskin ayrılık yok. İnsanlar birbirini biliyor, tanıyorlar, çünkü toplumsal ayrılık pek yok, herkes iç içe. Amerika’da güneyde de böyleydi benim çocukluğumda. Ama yine de sosyal bir sınır vardı tabii...
Siyahlar belli meslekleri edinebiliyorlardı dedin.
Evet. Ailemde hemen hemen herkes öğretmendi. Irk ayrımcılığı bittiğinde mesleklerine devam ettiler ve bu kez okulda siyah ve beyaz tüm öğrencilere öğretmenlik yaptılar. O dönemde çok sık olmasa da zaman zaman sorunlar yaşandı. Hatırlıyorum da büyüklerimiz, öğrencilerin siyah-beyaz birlikte eğitim gördüğü bu yeni okullarda çatışma yok diyorlardı ama güneyde her zaman herşey yolunda değildi. Tahmin edebilirsin nasıl olduğunu.
Amerika’nın güneyi geçmişte köleliğin olduğu yer değil mi?
Evet.
O nedenle eskiden kalan ırklararası hoş olmayan durumlar olabiliyordu.
Evet, öyle oluyor. Ama tam olarak filmlerde gördüğün gibi değil. Mesela benim dedemin anneannesi köleydi, ama aynı zamanda köle sahibinin kızıydı. Kölelik sona erip siyahlar özgür olduklarında beyaz köle sahibi bu kızına mirasından arazi verdi. Çünkü kızını çok seviyordu. Dedemin anneannesi ve onun çocukları, arazileri olduğu için ırkçı beyaz toplumdan bağımsız olabildiler ve toprağı olmayan siyahların o dönemde yaşadığı bazı sorunları yaşamadılar
Amerika’da eğitimin ne oldu? Üniversiteye gittin...
Evet, lisans eğitimimi “University of South Carolina”da siyaset bilimi ve İspanyolca alanlarında yaptım. Lisanüstü eğitimimi de “University of Virginia”da İspanyol edebiyatı ve Binghamton Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat alanlarında yaptım.
Amerika’da öğretmenlik yaptın mı?
Yaptım, buraya gelmeden önce Indiana Üniversitesi’nde İspanyolca dersleri verdim.
Türkiye’ye gelmek nereden aklına geldi?
Aklıma gelmedi, Türk bir sevgilim vardı, onunla Türkiye’ye geldim.
Bir Türk kadına aşık oldun ve onun için mi geldin Türkiye’ye?
Tam olarak değil. Gönül bağım olmasa da Türkiye’ye tek başıma da gelebilirdim sanıyorum, çünkü gezmeyi çok seviyorum, yani başka bir yerde olmak hoşuma gidiyor. Oranlarsak, Türkiye’ye gelmemde aşkımın etkisi %55’dir diyebilirim.
Peki Türkiye’ye geldin, Sabancı Üniversitesi’nde ders vermeye ve İstanbul’da yaşamaya başladın. Türklerle ilgili gözlemlerini sormak istiyorum. Güney Karolina’da, doğup büyüdüğün yerdeki insanlarla, buradaki insanları karşılaştırmak istesen ne söyleyebilirsin?
Bence genel olarak Türkiye’deki şehirler Amerika’nın güney tarafına benziyor.
Ne bakımdan?
İnsanlar arasındaki samimiyet, yakınlık, yani herkes hep beraber. Geleneklerine bağlı olmak, aile bağları, insanların bir arada olması. Bunlar benzerlikler. Herkes birbirini tanıyor gibi. Türkiye Amerika’nın kuzey tarafı gibi değil. Kuzey farklı, orada herkes birbirinden kopuk, tam bağımsız oluyor.
Daha bireysel yaşıyorlar sanırım.
Evet. Kuzeyde kapalı yaşıyorlar, herkes kendi hayatında, çekirdek aile halinde; güney ise daha sıcak. Bu benzerliğe kendi yaşantımdan örnek verebilirim: Türkiye’ye geldiğimde bu ülkenin dilini bilmiyordum, ama kendimi hiç yalnız ve yabancı hissetmedim. Tabii ki burada tek başıma kaldım, ama hiç tek hissetmedim.
Burada yabancılık çekmedin yani.
Bence öyle. Belki herkes öyle diyemez ama, ben öyle hissediyorum. İspanya’da yaşadığımda aynı duyguyu orada hissetmedim.
Demek İspanya’da da yaşadın?
Evet.
Türk insanını kendine daha yakın hissediyorsun ama İspanyolları değil.
Onlar biraz daha farklı, yani tam o kadar samimi değil.
Sizde de, “hemşerim, nerelisin?” Sorusu soruluyor mu?
Evet sorulur.
Tamam, öyle bir karşılaştırma yapabilir misin tanıdığın kadarıyla, Türk aile yapısıyla Amerika’daki, güneydeki insanların aile yapısını?
Benzerlik var ama fark da var. Amerika’da büyüdüğüm bölgede hep beraber yaşıyoruz ama hayatımıza ilişkin kararlarımızı kendimiz verebiliyoruz. Başkası karışmıyor. Karar verince ailemizin yanından ayrılabiliyoruz. Türkiye’de ise bu tür bireysel kararları almak ve uygulamak daha zor. Aile ilişkileri belirleyici rol oynuyor.
Burada aile büyükleri gençler üstünde daha fazla söz hakkına sahip galiba değil mi? Daha çok onların iznine bağlı oluyor gençlerin hareket etmeleri. Bence öyle bir fark var.
Kardeşlerinle görüşüyor musun?
Arada bir, biz değiştik. Ben dönmüyorum...
Gitmiyor musun Amerika’ya?
Az. Yani telefonlaşıyoruz, mailleşiyoruz, ama onların biri Colorado’da, biri New York’ta.
Amerika’nın dört bir tarafına dağılmışlar. Sen galiba artık Türkiyeli oldun.
Haklısın. Almanya’ya gittiğim zaman da öyle hissettim.
Almanya’ya gittiğinde biz Türkiye’deyken şöyle yaparız filan mı dedin?
Orada sadece Türkçe konuşabilirdim. Evet, öyleyim, çok garip bir şey.
Almanya’ya gittin ve Türklerle daha rahat iletişim kurduğunu mu gördün. Hemşerim diye...
Almanca bilmediğim için kiminle konuşacaktım ki? Derdimi anlatabilmek, yol falan sormak için Almanya’da Türk aradım.
Müzikle ilişkin hep var mıydı?
Evet çocukluğumden beri müzikle ilişkim oldu. Çocukluğum hiç sıkıcı değildi. Bir trompet vardı onu çalıyordum. Ooo bilsen ne kadar çok çaldım . 9 yaşındayken okulda müzik dersine girdim ve böylece trompetim oldu. . Ortaokul ve lise boyunca okulun bandosunda trompet çaldım. Sonra üniversiteye girerken müzik bursu aldım ve bandosu güney eyaletlerinde çok ünlü olan “South Carolina State University”de de trompet çaldım. Ama daha sonra “University of South Carolina”ya geçince trompeti bıraktım.
Peki sonra başka çaldığın aletler neler?
Gitar çalıyorum bir de şarkı söylüyorum vokal yapıyorum.
Saz da çalıyordun, bunu da belirtmek isterim.
Söyle söyle, meraklı kedi gibiyim.
Çok güzel kendine “meraklı kedi” diyorsun.
Çok meraklı kedi diyebilirim hatta.
Saz çalmayı Türkiye’de öğrendin değil mi?
Evet, ama sazı çok iyi çalmıyorum.
Bence dinleyip öyle karar vermek lazım. Bu konuda mütevazı davranıyorsun gibi geliyor bana. Elbette bir virtüöz değilsindir ama…
“İyi bir amatör” de değilim.
Türkü söylüyor musun Kelly?
Aslında biraz dinlersem söyleyebilirim.
İyi müzik kulağın var, sanırım.
Bu biraz şaka gibi oluyor, yani bir zencinin türkü söylemesi.
Vokal yapıyorsun, hep reggae müziği ile mi ilgilisin yoksa blues da var mı?
Blues da… Burada yani Sabancı’daki ekonomi hocası Mehmet Barlo’nun grubuna girdim, birkaç blues konseri verdik.
Ne zaman, nerede verdiniz?
Geçen yıl. ODTÜ’ye gittik.
Sahi mi hiç duymadık?
Evet ODTÜ’ye gittik, Mehmet Barlo çok iyi bir gitarcı, uzun zamandır Sabancı’da bir blues grubu var: Kind’a Blue. Blue kelimesi hem müziğin türünü hem de Sabancı’nın mavisini simgeliyor.
Kind’a Blue Mehmet Barlo’nun gurubu mu?
Evet, ayrıca öğrenciler de var çoğunlukla da Sabancı Üniversitesi öğrencileri var grupta. Bir kere Kadıköy’deki Shaft’ta çaldık.
Çok güzel. Yalnızca ODTÜ ve Shaft’ta mı konser verdiniz?
Beyoğlu’ndaki Nayah’da da verdik.
Kind’a Blue ile ilişkin devam ediyor mu?
Kind’a Blue’nun arkadaşıyım..
Grubun tam üyesi değilsin ama zaman zaman birlikte çalıyorsun.
Evet ama onları çok seviyorum. Mehmet Barlo bu konuda bence bir numara.
Devam edecek…