Nesrin Balkan ile Çarşamba Sohbetleri'nin ilk konuğu Nakiye Boyacıgiller oldu.
Nakiye Boyacıgiller: “Dışarıdan bakıldığında, Nakiye’nin hep hayatı güzel olmuş diyebilirsin, ama çok acı dönemleri de oldu hayatımın. İşte hayat bu, artılarıyla, eksileriyle kabul edeceksin... Mutlu çocukluk, insanın altın bileziğidir. Tüm yaşamın boyunca harcayabileceğin en önemli sermayendir.”
Amerika’da doğmuş. Türkiye’nin ilk petrol mühendisi Oğuz Avdan’ın kızı. Son derece güler yüzü, hiperaktifliği, kırmızıdan mora, yeşilden fuşyaya çok renkli kıyafetleri, yılbaşı partilerindeki canlı dans figürleri ile “Çarşamba Sohbetleri”nin ilk konuğu Nakiye Boyacıgiller. Bugünkü ilk bölümde özel yaşamına girip, çocukluğunu, çok erken yaştaki kayıplarını, ilk aşkını, hayata bakışını konuştuk… Sabancı Üniversitesi’nde çalışmak için Türkiye’ye gelişi ile dekanlık kariyerine, yönetiminde fakültesinin kazandığı uluslararası başarılara ise daha sonra yayınlanacak ikinci bölümde değineceğiz.
Sizi on yıldır tanıyorum. Giyiminiz ile de çok renkli bir insansınız. Zaman zaman size, kıyafetlerinize gıpta ederek baktığımı itiraf etmeliyim. Dış görünüşünüzdeki renkliliğin iç dünyanızın bir dışa yansıması olduğunu düşünüyorum.Bu renklilik çevrenize nasıl yansıyor, aile hayatınız, dekan oluşunuz, fakülte idari, akademik çalışanlarıyla ilişkiniz nasıl?
NAKİYE BOYACIGİLLER- Nesrin’ciğim, güzel bir soru bence, ben bu renkliliği şöyle tanımlayacağım: Ben hayatı seviyorum, insanları seviyorum, güler yüzlülüğü de seviyorum. Bunun, hem meslek hayatımda hem özel hayatımda çok olumlu etkisi olduğunu düşünüyorum. Bana birini sorduklarında, hep “çok iyi insandır” derim. Çevremdekiler “Nakiye sende herkes için böyle diyorsun” derler. Ben genelde bardağın dolu tarafına bakarım ve insanların iyi taraflarını görürüm. Ve hayata da olumlu bir gözle bakmaya çalışırım. Bu bakış açısı bana hep pozitif olarak dönmüştür. Evet renkli giyinirim, bunun nedeni, başka insanlarda çok hoşuma gider ama bana bej gibi soluk renkler yakışmıyor, parlak renklerin daha çok uyduğuna inanıyorum. Hiperaktif sayılabilecek çok hareketli bir insanım, yerimde duramam. Bu genetik olarak rahmetli babamdan bana geçen bir özellik. Bu özelliğimin kariyerime olumlu yansıması, çalışkanım. Yani sürekli daha fazla işler yapmaya çalışıyorum, bence bu fakülteme olumlu bir şekilde yansımıştır. Hiçbir zaman yaptığım işle yetinen biri olmadım. Mutlaka sürekli daha başka neler yapabiliriz diye düşünmüşümdür.
Peki, biraz özele girersek. Çocukluk, aile hayatınız, anne, baba ilişkileriniz nasıldı?
NAKİYE BOYACIGİLLER- Amerika’da doğdum. Babam Oğuz Avdan, Türkiye’nin ilk petrol mühendisi. 1937 yılında Maden Tetkik Arama’nın bursu ile Amerika’ya gidiyor. Geri dönüyor, zorunlu hizmeti var harp sonrasında, Batman’da çalışıyor rafinerici olarak. Annemle evleniyorlar ve ne yazık ki ilk bebeklerini kaybediyorlar doğumda, annemle babam arasında kan uyuşmazlığı var. Annem bana hamileyken babama bir Amerikan petrol mühendislik şirketi iş teklifinde bulunuyor. Annem ile aralarındaki kan uyuşmazlığından ötürü ikinci bebeğin doğumunda da sorun olmasından korktuğu için babam bu iş teklifini kabul ediyor ve ben doğmadan Amerika’ya göç ediyorlar. 1953 yılında doğuyorum. Doğduktan hemen sonra kuvöze alınıyorum. Rahmetli kardeşimin de benim de kanımız değişiyor ilk doğduğumuzda. O zamanlar o yöntem de yeni bir yöntem, 52’de falan çıkan bir yöntem. Onun için hep söylüyorum, ben hayatta olmam için gerekli olan teknolojiden bir yaş küçüğüm. Çocukluğumun, ilk 11 yılı Amerika’da çok mutlu geçiyor. Sonra babamın işi sebebiyle 2 yıl Fransa’da yaşıyoruz ve çok kötü bir araba kazasında annemi kaybediyoruz. Bundan ötürü her zaman emniyet kemeri bağlamanın önemini dile getiririm... Türkiye’ye ilk gelişim 13 yaşımda oluyor. Ben o zamanlar masa başı Türkçe diyeceğim, yani mutfak sohbetlerine yetecek kadar, Ayşegül kitaplarından Türkçe öğreniyorum ve 9’uncu sınıfa Üsküdar Amerikan’a başlıyorum. Lise hayatım çok zorlu geçiyor, 1967 yılı, çok çok zor yıllar. Anneciğimi kaybetmişim, kültürel adaptasyon, lisanım zayıf, okul çok zor. Fakat, anneannem olsun, teyzem olsun ailem böyle kucaklayıcı ve benim kişiliğim de Türkiye’ye çok uygun, yani aile ilişkileri falan; o tarafını çok sevdim. Sonra Boğaziçi Üniversitesi olan, o zamanki Robert Kolej’in ayrı bir sınavı var. ÖSS olsaydı hayatta Boğaziçi’ne giremezdim. Ama o zamanlar Boğaziçi’ne girmenin ayrı sınavı vardı, referans mektupları istiyorlar ve karnenize bakıyorlardı. 9. sınıfta hiç unutmuyorum Türkçe hocamdan, ilk Türkçe kompozisyondan 6 aldığımda, rahmetli Perizat Hocam sınıfa 6’yı şöyle çevirip bakın “bu Nakiye için 9’dur” diyor. Türkçe Hocamdan karnemdeki notların niye düşük olduğunu anlatan bir referans mektubu alıyorum ve Robert’e giriyorum. Ben Robert’i, (orada okurken adı Boğaziçi oldu) üçüncülükle bitiriyorum, yani başarılı bir öğrenciydim.
Röportaj, GazeteSU - Nesrin Balkan ile Çarşamba Sohbetleri köşesinden alınmıştır.