Bir çoğumuz üniversite sınavından geçtik önce. Sonra üniversite bitti, bazılarımız duramadı, "Bir de master yapmak lazım.". O da bitti, hızını alamayanlar oldu, doktora, derken bir baktık ömrümüzün %77 si okuyarak geçmiş. Bizler zorunlu eğitimin 8 yıl olduğu - bir çoğumuz başlarken 5 yıldı - ülkemizde üniveristeden sonra bile 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9(?) yıl okuyan bir avuç deli miyiz yoksa başka bir şey mi?
Bir sebepten yüksek lisansa ya da doktoraya başladık... Ve bu yarı-şizofrenik ortamda bulduk kendimizi. Bu şizofrenliğin bir kısmı kendinden menkuldü. Masa başında ya da laboratuvarda uykusuz saatler geçirirken, neden liseyi beraber okuduğumuz yaşıtlarımızın çoktan "düzgün" işler bulup hayatlarını kurduklarını, ya da onlar daha "eğlenceli" şekilde vakit geçirirken neden kendimizi bir yere kapatıp "On the linear complexity and linear complexity profile of sequences in finite fields" ya da "Theft and losses in Turkish electricity sector: emprical analysis and implications for tariff design" gibi konulara kafa patlattığımızı, neden bu yaşta, bu kadar iyi eğitime rağmen hala makarnaya talim ettiğimizi, yoksa bizde bir tuhaflık mı olduğunu insanlara açıklayabilmekte zorluk çektik. Bazen kendimizden de şühe ettik, bazen çok kopuk hissettik kendimizi dünyadan, gerçekten bir yere varacak mıyız, emin olamadık. Bazen kullandığımız dil değişti, bazen yabanileştik, dışarı çıktığımızda güneş ışğı fazla gelir oldu, bazen daha önce hiç duymadığımız sağlık sorunları keşfettik. Sonuçta bu iş para getirmiyordu, zamanımıza ve sağlığımıza da mal oluyordu, ama nedense bir sebepten, inatla sarılıyorduk yaptığımız şeye. Peki biz burada ne arıyorduk? Dirseklerimiz çürütmekle aramızda bir aşk-nefret ilişkisi vardı. Dışarıdan ne kadar sıkıntılı görünsek de aslında aşıktık yaptığımız şeye, başka bir gerekçesi olamazdı!
- English
- Türkçe