Bahri Yılmaz’la konuşurken, Dudley’in liberal atmosferinden sıyrılıp Cambridge’nin geleneklerine ve resmiyetine bakıyorum. Oxford, Cambridge gibi köklü İngiliz üniversitelerindeki gelenekçi yapıya sanırım Amerika’da pek fazla rastlanmıyor. Yılmaz, Cambridge Üniversitesi’ne ilk kez 1973–74 yıllarında, “research fellow” olarak, araştırma yapmak için gitmiş. Almanya’yla İngiltere’nin büyüme hızları arasındaki farklılıkların nedenleri üzerine çalışmış. O günden bugüne Cambridge ile yollarını pek ayırmamış. Örneğin her sene, Cambridge’den birkaç öğretim üyesini, Sabancı Üniversitesi’nde ders vermek üzere davet etmiş. 2008’de de, üyesi olduğu “Pembroke College”a “visiting fellow” (ziyaretçi öğretim üyesi) olarak davet edilmiş. Yılmaz’la öncelikle İngiltere’deki ve Cambridge’deki kolej sistemini konuştuk.
Kolej sisteminden biraz söz edebilir misiniz?
Oxbridge üniversiteleri kolej sistemi üzerine kurulmuştur. Her kolej tüzel kişiliği olan ayrı bir birimdir, eğitim ünitesidir. Eğitim ve araştırmanın yapıldığı, öğretim üyeleriyle öğrencilerin bir arada yaşadıkları bir fiziksel yerdir. Cambridge’e gelen yabancılar şunu soruyorlar: “Cambridge kolejlerden oluşuyor ama üniversite nerede?” Üniversite, bütün kolejlerin ortak eğitim ve araştırma yaptıkları bir yer olarak tanımlanır . Kısacası, üniversite ikinci planda kalır, önemli olan kolejlerdir. (Geçtiğimiz yıl Avrupa’daki üniversite yapısı konusunda bir uluslararası araştırmaya liderlik eden öğretim üyemiz Behlül Üsdiken kolejleri “dükalık” olarak tanımlıyordu-E.G.) Cambridge 32 kolejden oluşuyor. Bu kolejlerin hepsi kendi başına bağımsızdır. Kendi kaynakları, menkul ve gayrimenkul malvarlıkları vardır. Benim “visiting fellow” olarak kabul edildiğim ve gittiğim Pembroke Koleji 1347’de kurulmuş, Cambridge’in en eski kolejlerinden bir tanesi. Her kolejin bir kilisesi (Chapel) vardır. Çok zengin kütüphanesi, ortak yemekhaneleri vardır. Kolejler arasında rekabet vardır. Kolejlerin de kendi aralarında farklı özellikleri var. Örneğin, Trinity Koleji aşağı yukarı 16 tane Nobel ödülü almış kişi yetiştirmiş. Kings Koleji ünlü ekonomist John M. Keynes nedeniyle ekonomistlerin ağırlıklı olduğu bir yerdir. Ekonomi okumak isteyen öncelikle Kings’i tercih eder. Trinity’de daha çok hukuk ve tarih iyidir.
İngiliz eğitim sistemi lisans eğitimi üzerine kurulmuştur. İngiltere’nin eğitim sisteminin Amerika’dan en büyük farkı çok güçlü bir ortaöğretim ve çok güçlü bir lisans eğitimine dayanması. Cambridge Üniversitesi İngiltere’nin en iyi öğrencilerini seçiyor. Dolayısıyla Cambridge’de okuyabilmek için not ortalamanızın çok yüksek olması lazım. Yalnız iyi not almış bir öğrenci olmak yeterli değil, çok çeşitli aktivitelerinizin olması lazım. Sporla, edebiyatla, değişik kulüp etkinlikleriyle uğraşabilirsiniz. Koleje başvurursunuz, kolej sizi mülakata çağırır, mülakat sonucuna göre koleje kabul edildiğiniz andan itibaren de o kolejin ömür boyu üyesi olursunuz.
Peki öğrenciler nereden geliyor?
Geçmişte bu kolejlerde aristokrat çocukları eğitim görürmüş. 60 ve 70’li yıllardan itibaren, İngiliz İşçi Partisi hükümetlerinin iş başına gelmesiyle birlikte orta ve dar gelirli ailelerin çocuklarını da burslar vererek kabul etmeye başlamışlar. Cambridge’de yabancı öğrenciler de var. Ağırlıklı olarak lisansüstü eğitim alıyorlar ve sayıları %10’u geçmez.
Cambridge’de verilen eğitimin özelliği nedir?
Küreselleşme ortamında aşağı yukarı bütün üniversitelerde öğrenciler aynı ders kitaplarını okuyor ve benzer kaynakları kullanıyor. Sabancı Üniversitesindeki ders kitaplarıyla Harvard’da okutulan veya Cambridge okutulan, Oxford’da okunan ders kitapları aynı. Daha doğrusu verilen bilgi aynı. Cambridge Üniversitesinin farklılıklarından biri: Kurumsal kültür. Bütün sistem gelenekler üzerine kurulmuş. 800 yıllık bir birikim var. O birikimi bugün de devam ettiriyorlar. Örneğin, kolejlerin birer yemekhanesi vardır. Çok gösterişli, bütün duvarlarında geçmiş kralların ve üstatların (Masters) resimlerinin olduğu. Her dönemin açılışı ve kapanışında, “Hightable” dediğimiz resmi bir yemek verilir. Bu yemekte öğrenciler ve öğretim üyeleriyle birlikte yemek yerler. Öğretim üyelerinin masası bir platformla yükseltilmiştir. Hightable denmesinin nedeni budur. Bütün öğrenciler ve öğretim üyeleri cübbelerini giyerler bu yemeklerde. Yemeğe Latince bir dua ile başlanır. Servis takımları 17-18. Yüzyıldan kalmadır. Özellikle eski kolejlerde birlikte yaşamanın getirdiği bazı resmi sorumluluklar vardır. Örneğin bu resmi yemeklere katılmak zorundasınız. İngiliz eğitim sistemi de bir sınıf sistemi. Her kolejin bir “Master”ı vardır arkasından “senior fellow”lar gelir, arkasında “junior fellow”lar vardır. Herkes yerini bilir. Bu tür yemeklerin özelliği, öğrencilere sosyal kuralları öğretmesidir. İkincisi, bir arada yaşamayı öğretmesidir. Cambridge seçkinci bir üniversite. Çağımız, seçkinci üniversitelerin çağı. Nerede olursa olsun en iyi öğrencileri bulacaksınız, onlara burs vereceksiniz. En iyi araştırmacıları ve akademisyenleri istihdam edeceksiniz. En iyi fiziksel koşulları sağlayacaksınız. Öğrencilerinize, eğitimin ötesinde, az önce sözünü ettiğim sosyal becerileri vereceksiniz. Sosyal beceriler çok önemli. İş dünyası masaya oturduğu zaman, yalnız işinden bahseden değil, şarap içmekten tutun da tarihten politikadan, doğadan, çevreden, edebiyattan bahseden sosyal yönü güçlü insanlar arıyor.
Cambridge’den sonra bir de Harvard’a gittiniz. Biraz da Harvard’dan bahseder misiniz? İki üniversiteyi üniversite kültürü açısından karşılaştırır mısınız?
Cambridge’de çok keyifli bir dönem geçirdim. Cambridge’i içeriden tekrar görme ve izleme imkanı buldum. Bir kolejin “fellow”u olduğunuz zaman size bütün kolejin ortak kullanım yerlerini açabilen bir “anahtar” veriyorlar. Bana da bu anahtarı verdiler. Böylelikle her tarafa girme özgürlüğüne sahip oldum. Pembroke Kolejinin mükemmel bir kütüphanesi olduğu için bundan çok mutlu oldum.
Harvard üniversitesi John Harvard tarafından 1636 yılında “Oxbridge” Üniversite modeli örnek alarak kurulmuş bir üniversite. Orada da kolejlere benzer House’lar var. Harvard Amerikan yaşam sistemine uygun bir şeye dönüşmüş. Cambridge’deki o gelenek ve formalite yok. Başlangıçta İngiliz kolej sistemini almışlar fakat daha sonra devam ettirmemişler, ettirmek istememişler. Amerika’nın yaşam biçimi daha çok özgürlükçü insanları barındırıyor. İngiliz toplumunda sınıf sistemi var. İki üniversite arasındaki en büyük farklardan bir tanesi, Harvard’ın maddi kaynaklarının daha güçlü olması. Üniversitede 34 milyar doları aşan bir ana varlık fonu var. Dolayısıyla dünyanın her yanından gelen üst düzeydeki öğrencilerine burslar verilebilmekte. Cambridge Üniversitesi’nde yıllar önce üniversite-sanayi işbirliği üzerinde fazla durulmazdı ve bu nedenle de bu üniversitede “İşletme Fakültesi” bile çok geç kuruldu. Avrupa’da yükseköğretimin devletin asli görevlerinden birisi olduğu kabul edildiği için Avrupa üniversiteleri genellikle devlet tarafından finanse edilirdi. Bu nedenle de, ABD’de olduğu gibi özel kişilerden mali destek alınması ve desteklenmesi olağan değildir. Küreselleşme, ABD ve Avrupa üniversiteleri arasındaki rekabeti artırınca Avrupa üniversitelerinin kendi kaynaklarını kendileri yaratma konusu gündeme geldi. Karşılıklı işbirliği zorunluluğu üniversiteleri iş dünyasına yaklaştırdı. Üniversitelerin içinde sanayi tarafından desteklenen araştırma merkezleri kurulmaya, sanayi destekli araştırmalar yoğunlaşmaya, dış kaynaklı hibe ve yardımlar da artmaya başladı.
Harvard günümüze ve geleceğe yönelik bir üniversite. Orada çok hızlı bir yaşam ve dinamizim var. Rekabet her alanda çok yoğun. Bireysel özgürlüğün çok geniş olduğu bir üniversite. İngiliz üniversitelerindeki kuralcılık daha gevşek ve ona ayıracakları pek fazla zaman da yok gibi. Sanayi- üniversite işbirliği üst düzeyde. Öğretim üyesi olarak konumunuz dışarıdan getirdiğiniz projelerle ve yayınlarınız ile yakından ilişkili. Suyun üzerinde kalabilmeniz için araştırma kaynaklarınızı yaratıp, araştırma sonuçlarını yayınlamanız bekleniyor. Lisansüstü eğitimin ağırlığı kendini hissettiriyor. Bunun da iki nedeni var: Birincisi, dünyanın ilk sırasında yer alan üniversitelere, öncelikle iş piyasasındaki vasıflı işgücüne talep nedeniyle yoğun ilgi; ikincisi de, araştırmaların başarılı olması için üst düzeyde öğrencilere gereksinimdir. Bu kalitedeki öğrenciler dünyanın her yerinde aranıyor, araştırmaya yönelik bursların sayısı artırılıyor. Bugün Cambridge ve Harvard üniversitelerinde lisansüstü eğitim programına kayıtlı öğrencilerin önemli bir kesimi ABD, Çin, Japonya ve Almanya başta olmak üzere AB’den geliyor.
Her iki üniversitenin de en büyük özellikleri gelen giden konuşmacılar. Günde en aşağı 50 tane konferans veya atölye çalışması yapılıyor. Bilgiye ulaşabilmeniz için sizlere her türlü maddi ve fiziksel olanaklar sağlanıyor.
Bahri Yılmaz, küreselleşmenin getirdiği rekabette öne çıkabilmek için bir üniversitenin ‘elitist’ bir yaklaşımı olması gerektiğini düşünüyor. Yılmaz: “En iyi öğrencileri alacaksınız, en iyi öğretim üyelerini alacaksınız ve öğrencileriniz için, hocalarınız için en iyi fiziksel koşulları yaratacaksınız. Örneğin Cambridge, bu özelliklerin yanı sıra ‘gelenekleri’ de eklemiş. Böylelikle öğrencilerine bir kimlik, sosyal özgüven ve donanım sağlıyor.” diyor. Yılmaz, kurumsal kültürün bir üniversiteyi tanımlayan en önemli özelliklerden biri olduğunu vurguluyor. Üniversitelerin geleneklerinin temellerinin kuruldukları gün atıldığını ve gelecek kuşakların o temelden hareketle üniversiteyi yaşattığını ve geliştirdiğini ifade ediyor. Her iki üniversitenin diğer bir özelliğinin de, mezunların bir araya geldiği, aidiyet hissi ile kurumsal kültürün devamı olan “Harvard ve Oxbridge Club”ları olduğunu ifade ediyor. Bu kulüplerin mezunların network’lerinin geliştirilmesini ve faaliyetlerini devamını sağladığını ekliyor. Yılmaz şöyle bitiyor sözlerini: “Kısacası dünya üniversitesi olabilmenin en önemli koşulları uluslararası düzeyde rekabet için gerekli donatıma sahip olmanız; kurumsal kültürünüzü oluşturmanız; karşılaştırmalı üstünlüğünüzü önce Türkiye’de, daha sonra bölgenizde ve uzun dönemde de uluslararası eğitim kurumları arasında kabul ettirmeniz. Maddi kaynaklarınızı büyük ölçüde kendiniz yaratabilmenin yollarını sağlamanız da öncelikli bir ön koşuldur.”
* Bu röportaj SU Dergi sayı: 06 / mart-mayıs 2009’dan alınmıştır.
Röportajı yapan: Elif Gülez / Editör