Mezunlarla İlişkiler

Meriç Algün Ringborg

Fakülte: 
Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi
Mezuniyet Derecesi: 
Lisans
Program: 
Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı
Mezuniyet Yılı: 
2007

GazeteSU - Nesrin Balkan ile Çarşamba Sohbetleri

Meriç Algün Ringborg: “İkinci yıl kendi seçtiğim dersleri de almaya başladıktan sonra Sabancı Üniversitesi'nin ne kadar büyük bir faydası olabileceğini anladım. Mesela sanat tarihi ve Erdağ Aksel’in dersini alırken aynı zamanda ekonomi dersleri de alıyordum. Bu da insanın bambaşka düşünme biçimleri kazanmasını sağlıyor. Kısacası sanata ilgim, sanatçı olma ve bu alanda çalışmalar yapma isteğim Sabancı Üniversitesi’nde ortaya çıkan bir durum oldu.”

“İnsanlarla ve içinde bulunduğumuz toplumla bağlantı kurabilen bir sanatçı olmaya çabalıyorum. İnanıyorum ki söylemek istediğim, aklıma gelen fikirlerin çoğu aslında 

diğer insanların da aklına gelebilecek şeyler. Çalışmalarımın hayatla olan bağlantısı benim için önemli.” 

2015-2016 akademik yılının ilk Çarşamba Sohbeti'nin konuğu uluslararası sanat dünyasından bir kişi. Henüz öğrenciyken uluslararası bienallere kabul edilen ve çok genç yaşta uluslararası arenada yıldızı parlayan 1983 doğumlu bir sanatçı Meriç Algün Ringborg. Meriç, Sabancı Üniversitesi 2007 lisans mezunu. Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Programı mezunu olan Meriç, henüz yüksek lisans öğrencisiyken 2011 yılındaki 12. İstanbul Bienali’ne kabul edildi. Meriç’in bu şekilde başlayan uluslararası sanat dünyasındaki serüveni bence gayet heyecanlı bir şekilde devam ediyor ve öyle görünüyor ki çok uzun yıllar da bu serüven sürecek. Bizler de bu serüveni büyük bir zevk ve heyecanla izleyeceğiz. 

Lisans eğitimini 8 yıl, yüksek lisans eğitimini de 3 yıl (2012 İsveç, Stokholm Kraliyet Akademisi) önce tamamlayan Meriç bugüne kadar geçen sürede, 56.Venedik (2015), 12. ve 14.İstanbul (2011 ve 2015), 12.Cuenca (2014) ve 19.Sidney (2014) olmak üzere 5 bienale katıldı, İsveç, Kanada, ABD ve Hollanda’da kişisel sergiler açtı. Bu yıl 9 Nisan-26 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki “Buluşma” sergisinde yer alan 20 Sabancı Üniversiteli sanatçıdan biri oldu. Meriç, Sabancı Üniversitesi’nin gurur duyduğu uluslararası arenada çeşitli alanlarda adından söz ettiren yüzlerce mezunundan biri. Meriç Algün Ringborg ile Sabancı Üniversitesi’nde

ki öğrencilik yılları, üniversitenin eğitim sisteminin gelişimine katkısı, etkilendiği hocaları, yaşam yolundaki yönünü sanata çevirmesi ve uluslararası çaptaki sanat çalışmalarına ilişkin sohbet ettik. Birinci bölümü bugün devamını da haftaya okuyacaksınız. 

Sanatçı olmayı üniversiteye girmeden önce de istiyor muydun?  Sabancı Üniversitesinin öğrencilerine alan değiştirme imkanı verdiği sisteminden yararlandın mı?

MERİÇ ALGÜN RINGBORG- Eğitim hayatım boyunca başarılı bir öğrenciydim fakat lisenin sonlarına doğru özellikle üniversite giriş sınavı stresinden dolayı okuldan çok sıkılmıştım. Ezbere dayalı eğitim sisteminden ötürü okulu sorgulamaya başlamıştım ve ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Ailemin de yönlendirmesi ve teşvikiyle Sabancı Üniversitesine girdim. İlk yıl zorunlu olduğumuz Temel Geliştirme Dersleri kapsamında bir sürü farklı ders almak açıkçası kapasitemi zorlamıştı ama aralarında örneğin “İnsan ve Toplum Bilim” dersi gibi bana çok enteresan gelenler de olmuştu. İkinci yıl kendi seçtiğim dersleri de almaya başladıktan sonra Sabancı Üniversitesinin ne kadar büyük bir faydası olabileceğini anladım. Mesela sanat tarihi ve Erdağ Aksel’in dersini alırken aynı zamanda ekonomi dersleri de alıyordum. Bu da insanın bambaşka düşünme biçimleri kazanmasını sağlıyor. Kısacası sanata ilgim, sanatçı olma ve bu alanda çalışmalar yapma isteğim Sabancı Üniversitesi’nde ortaya çıkan bir durum oldu. O nedenle her zaman sanatçı olmak istiyordum diyemeyeceğim. 

Sanat ve sosyal bilimler fakültesine girdin değil mi?

MERİÇ ALGÜN RINGBORG- Evet, yani fakülte değiştirmedim.

Sabancı Üniversitesinde öğrenciyken sende iz bırakan hocalar ve enteresan anılar var mı?

MERİÇ ALGÜN RINGBORG- Görsel sanatlar programı daha çok Erdağ Aksel ve Selim Birsel’in yönlendirdiği, yonttuğu bir program. Bence bu iki hocanın biz öğrencilerine verdikleri, öğrettikleri arasındaki denge bu programın en sağlam öğesi. Erdağ Aksel’in Görsel Dil dersinde öğrendiğim en önemli şeylerden biri bütünün onu oluşturan parçalarla olan ilişkisi ve en ufak detayın bile o bütünün anlamını etkiliyor olması. Eğer ortaya bir form çıkarıyorsanız, her detayını önemsemeli ve hiçbir kısmını rastlantıya bırakmamalısınız (tabii amacınız rastlantısal bir şey yapmak değilse). Selim Birsel’den ise nesneler ile kavramlar arasındaki bağlantının önemini öğrendim diyebilirim. Fakat okuldayken yaptıklarım o sırada ne anlatmak istediğimi bilemediğim için tamamen görsel denemelerdi. Ancak Sabancı’dan mezun olduktan ve İsveç’e gittikten sonra görsel denemelerimi kavramsal çalışmalara dönüştürebildim. 

Sabancı Üniversitesi’nde lisans eğitiminde edindiğin tecrübe lisansı bitirdikten sonra İsveç’e gidip apayrı bir dünyaya girdiğinde birden su üstüne çıkmış gibi oldu. 

MERİÇ ALGÜN RINGBORG- Aslında lisans eğitimimde öğrenmiş olduklarımı bir şekilde hayata geçirebildiğim yer İsveç oldu çünkü sınırlar geçmek, lisan değiştirmek, başka bir topluma ayak uydurmak gibi birden oldukça zorlayıcı deneyimler edinince, sanatı iletişim aracı olarak kullanarak yaşadıklarımı anlatmak istedim. Bir bakıma içinde bulunduğum can sıkıcı durumu görsel dil aracılığı ile pozitif bir şeye dönüştürdüm diyebilirim. Görsel dil herkesin okuyabileceği bir dil, o yüzden kendinizi dışarıda hissettiğiniz bir yerde iletişim için çok uygun. Nitekim, kısa zamanda yaptığım çalışmalar sayesinde İsveç’deki sanat dünyasının bir parçası oldum ve kendimi buraya ait hissedebilmeye başladım.

Kendini nasıl bir sanatçı görüyorsun? 

MERİÇ ALGÜN RINGBORG- İnsanlarla ve içinde bulunduğumuz toplumla bağlantı kurabilen bir sanatçı olmaya çabalıyorum. İnanıyorum ki söylemek istediğim, aklıma gelen fikirlerin çoğu aslında diğer insanların da aklına gelebilecek şeyler. Çalışmalarımın hayatla olan bağlantısı benim için önemli. 

Yüksek lisans eğitiminin çalışmalarına etkisinden söz eder misin?

MERİÇ ALGÜN RINGBORG- 2007’de İsveç’e taşınmanın ardından 2010-2012 yılları arasında İsveç Kraliyet Akademisi’nin Güzel Sanatlar programında yüksek lisansımı tamamladım. Akademi benim için harikaydı çünkü ne yaratmak istediğimi biliyordum fakat atölyem, finansal imkânım ve çevrem yoktu. Okul bu bakımdan eşi bulunmaz bir ortamdı ve benim için birçok kapı açtı. Ders almak diye bir sistem yoktu, yalnızca serbest atölye pratiği ve süpervizörler vardı. Tez yazmak zorunluydu fakat akademik olması gerekli değildi. Kısacası oldukça yaratıcı olmayı gerektiren bir süreçti. 

Buluşma sergisindeki işin, ödünç alınmayan kitapların yer aldığı bir kütüphane bölümüydü. Tüm sergi boyunca bu çalışman insanların çok ilgisini çekti. Ben de şahit oldum sergiyi gezenler ödünç alınmayan kitaplar ile duygusal bir bağ kurdular. 

MERİÇ ALGÜN RINGBORG- Geçtiğimiz sezon Sakıp Sabancı Müzesi’nde gösterdiğim Ödünç Alınmayan Kitaplar Kütüphanesi ilk olarak 2012 yılında yüksek lisansımın bitirme projesi olarak hayata geçmişti. İşin kavramsal çerçevesi bir kütüphaneden daha önce hiç ödünç alınmamış kitapların sergiye taşınarak gösterilmesi ve daha sonra kütüphaneye geri götürülmesini içeriyor. Şimdiye kadar 6 kez gerçekleştirmiş olduğum bu çalışma her seferinde farklı farklı sonuçlar ortaya çıkarıyor. Ama ortak olan bir şey var o da kitapların daha evvel ödünç alınmamış olduğunu duyunca insanlarda hemen bir şefkât ve merhamet duygusu oluşması. Bu da bence çok evrensel bir şey.

Gerçekten izleyende şefkat duygusu uyandırıyor. İlgi gösterilmeyene,  kenarda bırakılmışa, itilmişe karşı bir şefkat duygusu. Bu işi yaparken böyle bir şey düşündün mü? 

MERİÇ ALGÜN RINGBORG- Tabii ki. Bu kitaplar aynı zamanda bir kenara itilmiş, unutulmuş, ilgi görmemiş veya başkalaştırılmış birtakım şeyleri de simgeliyorlar. Ve aslında su üzerine çıkartıldıkları zaman diğer kitaplardan çok da farklı değiller. Daha önce Ekvador’da yaptığım versiyonunda İlahi Komedya gibi oldukça klasik bir kitabın daha önce hiç ödünç alınmamış olması gibi. İnsani bir durum da söz konusu. Birbirimize bu kadar yabancılaştığımız bir zamanda, belki de bize insan olmanın kırılganlığını da hatırlatıyor. Belki de o kitap diğer kitapların arkasına düşmüştü, kim bilir? 

Devam edecek…